UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com PSİKİYATRİST & PSİKOTERAPİST Fri, 22 Dec 2023 08:16:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/wp-content/uploads/2023/06/cropped-simge-32x32.jpg UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com 32 32 İSTANBUL İÇİN, PARDON ! EVLİLİĞİMİZ İÇİN SON ÇAĞRI http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/12/22/istanbul-icin-pardon-evliligimiz-icin-son-cagri/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/12/22/istanbul-icin-pardon-evliligimiz-icin-son-cagri/#comments Fri, 22 Dec 2023 08:15:20 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=222 Yönetmenliğini Gönenç Uyanık’ın yaptığı, senaryosunu Nuran Evren Şit’inyazdığı ve baş rollerini uzun süredir bir arada görmeyi özlediğimiz Beren Saat-Kıvanç Tatlıtuğ ikilisinin oynadığı “İstanbul İçin Son Çağrı” filmi hakkında, pekçok olumsuz yorum okusam da, filmi kendi gözlüklerimle izlediğimde, çok farklışeyler hissettim ve ilişkiler üzerinde derin düşüncelere daldım.İtiraf edeyim, filmde gizemli bir hava yaratmak için yaşanan tuhaflıklar,ilişkilere […]

The post İSTANBUL İÇİN, PARDON ! EVLİLİĞİMİZ İÇİN SON ÇAĞRI first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>

Yönetmenliğini Gönenç Uyanık’ın yaptığı, senaryosunu Nuran Evren Şit’in
yazdığı ve baş rollerini uzun süredir bir arada görmeyi özlediğimiz Beren Saat-
Kıvanç Tatlıtuğ ikilisinin oynadığı “İstanbul İçin Son Çağrı” filmi hakkında, pek
çok olumsuz yorum okusam da, filmi kendi gözlüklerimle izlediğimde, çok farklı
şeyler hissettim ve ilişkiler üzerinde derin düşüncelere daldım.
İtiraf edeyim, filmde gizemli bir hava yaratmak için yaşanan tuhaflıklar,
ilişkilere dair edilen beylik laflar, klişeler, bir Hollywood klasiği şeklinde mutlu
son beklentisi ve bazı durumları mantık süzgecinden geçirmekte zorlanmam,
ben de hayal kırıklığı yaratsa da, biraz Kıvanç ve Beren’in hatırına, biraz da New
York özlemiyle filmi izlemeye devam ettim. “Eee şimdi ?” derken, 50.
dakikadan itibaren, filmin, bambaşka bir boyuta geçişi, kendimi bir ilişki terapisi
seansının içinde bulmam, bana adeta bir ödül gibi geldi. Bir kez daha sonucun,
değil, sürecin hazzını yaşadım bu filmle…Evlilik terapisinde sıkça karşılaştığımız
sorunların, kararlar alınırken göz ardı edilenlerin ve ailelerin yaptığı hataların
hızlıca geçildiği, ama güzel işlendiği filmin bu bölümlerini sinematerapide
kullanabileceğim için ayrıca şanslı hissediyorum…Terapi seansı olan sahneler,
seyirciye, Serin ile Mehmet’in ilişkisi üzerinden, kendi ilişkileri hakkında
düşünebileceği pek çok alan açıyor. Partnerine güvenle bağlandığında tüm
engeller aşılırken ya da aşıldı zannederken, güven sarsıldığında, kaygının kaygan
zemininde yürümekte zorlanan bir ilişkinin, partnerleri nasıl da kırılgan ve
kaçıngan hale dönüştürdüğüne tanıklık ediyoruz.
Evlilik mi? Kariyer mi? “Haydi seç birini” dediklerinde hiç düşünmeden
seçtiğimiz, ya da seçmekte zorlandığımız, yıllar sonra da,seçtiğimizin
pişmanlığını duyduğumuz ya da vaz geçtiğimizin keşkesine takılıp kaldığımız,
bazen seçtiğimizi de yıpratıp, tüketince, neden seçtiğimizi bile hatırlamadığımız,
geriye kalanla tamam mı, devam mı kararını vermek için yine bir seçime
mahkum olmamız…Çok tanıdık haller değil mi?
Niye seçmek zorunda kalıyoruz ki? İkisini de seçmenin, ikisini de aynı
tutkuyla yürütmenin bir yolu yok mu? Ahhh keşke olsaydı…Bir yandan bu
soruyu “garanticilik” gibi görürken, öte yandan, kendini aşkın kollarına
hesapsızca atıp, bir süre sonra aşk bitince de “Buna değdi mi?” diye hem
kendine, hem karşındakine hesap sorarken, yapamadıklarından karşındakini
sorumlu tutarken nerede kaldı aşkın her şeyi halleden gücü?

Vaz geçtiklerimizin yasını henüz tam yaşamamışken, seçtiklerimizle
çatışmamayı becerebilmek büyük enerji ister ama ilişkideki enerji kaynakları da
bellidir.
Müzisyen bir erkek ve tasarımcı bir kadının yolları aşk ile kesişince her
ikisi de kendi kariyer geleceklerinden gönüllü bir vazgeçişle aşkın peşinden
gitmeyi seçmişler. Acaba yaratıcılıkları için, birbirlerinin ilham kaynağı
olduklarının, üretkenlik için birbirlerini beslediklerinin farkında olsalardı böyle
bir seçim yaparlar mıydı? Evliliğin kapısını açıp, yuva büyüsünün içine girince,
bir süre her şey yolunda gider, ama toz pembenin de tozunun uçmaya,
pembesinin de solmaya başladığı zaman gelir…Artık, aşk, evlilik, mutluluk gibi
kavramların, bireylerin var oluşları için yeterli olmadığı hissi rahatsızlık vermeye
başlar. Bireylerdeki rahatsızlık, birlikteliği de rahatsızlık verir. Sorun olmayan
evlilik yok, ama evlilik içinde sorunları çözmenin de yolu pek çok…Filmdeki
çiftimiz, ilişkilerinin yanı sıra yaptıkları işte de mutlu olmak, tatmin olmak
isteyince, güçlükle kurdukları dengeler bozuluyor …
Sevdiği kızın babasının isteğiyle, masa başı çalışmaya zorlanan Mehmet,
işler yolunda rolünü oynarken, İşyerinde tasarımları çalınan Serin, “zaten bu
ülkede emeğin kıymeti bilinmez” deyip, kocasından gizlice, yurtdışında iş
başvurusu yapınca, sarsıntıya uğramış ilişkide yıkım yaratan bir deprem oluyor.
Serin, geçmişte yapamadığını, şimdi ve gizli yapınca olanlar oluyor.
Gördüğümüz kadarıyla; bu evlilik için seçimler ve özveri karşılıklı ve gönüllü
olarak yapılmış. Duygusal baskı altında kalmak konusu, pek dillendirilmeyen,
ama dile getirilmesi de bir o kadar tepki görmeye müsait bir mesele, şimdilik
oralara girmeyelim… Eğer yapılan seçimler, tek taraflı ve hatır için olsaydı bu
senaryo ”senin yüzünden”şeklinde yazılır ve oynanırdı…
Damat adayının işini beğenmeyen kız babaları! Bu sahne size gelsin…Kız
babasının, damat adayına “kızımın yanına yakışır bir koca ol, kendine adam gibi
bir iş bul” derken, ona, Mehmet’in deyimiyle “kendini b.. gibi” hissettirip,
rencide ettikten sonra kızını mutlu olmasını beklemesi ne yaman bir çelişkidir.
İşin kötü yanı, daha evlilik başlamadan, sonunu hazırlayan ebeveynler sadece
filmlerde, dizilerde değil, gerçek hayatta da o kadar çoğunlukta ki, aileden
ayrışmayı becerenleri bile zorlayacak cinsten…
Yurtdışında iş başvurusunu, eşinden gizli saklı yapmanın gerekçesi ne
olabilir? “Ya kabul edilmezsem, boş yere gündem oluşturmayayım” düşüncesi
de olabilir, eşinin bu başvuruya laf edip, engel olabileceğini düşünme kaygısı da
olabilir. Belki aklımıza gelmeyen başka geçerli gerekçeler de olabilir. Ya da

gerçekten Serin’in ağzından; “Gitme demesinden korktum, belki beni yine ikna
edebilirdi”…Demek ki ikna olmaya müsait bir kararsızlık içinde…Bu da ayrı bir
tartışma konusu olsun..
Gerekçe ne olursa olsun evlilik birliğinde eşlerden gizlenen bir girişim,
güven sarsıcı bir davranıştır. Kendisinden bilgi gizlenen eş, güveni sarsıldığı için,
ikna olmakta zorlanır. Aklına düşen şüphecilik kurtları, zihninde gürültülü
biçimde dans etmeye başlamıştır. Evlilikte dürüstlük kavramı bulanıklaşmış,
artık yerini rol yapmalar almıştır. Bilmiyormuş, haberi yokmuş gibi görünürken,
dedektiflik yapmaya, her bulguyu bir suç davranışı olarak algılamaya ve yerli
yersiz saldırı boyutuna geçilmiştir. İşine yoğunlaşmasına, geç saatlere kadar
çekimlerde olmasına, gitarının üstüne bir şey koymasına bu denli
öfkelenmesinin sebebi kandırılıyor olmanın sonucu değil mi? Eskiden de Serin
yoğun çalışıyordu ama, böyle kavga etmiyorlardı. Niye? Sevgi mi azaldı?
Hayır…Sevgi değil, güven azaldı, demek ki güvenin, sevgiden daha önemli bir
rolü varmış bu evlilikte…Bu sahneleri izlerken kendi ilişkinizdeki orantısız
öfkelenmeleri gözden geçirdiğiniz oldu mu?
Neden Mehmet, bu kadar dolaylı öfke çıkaracağına, oturup sormuyor
eşine “bu başvuruyu benden gizlemenin sebebi ne?” diye… En doğru, en yalın
cevabı sahibinden alacakken, neden düşünce okumaya çalışıyor? Söz ve
davranışlarından “adam yerine koyulmadığı”nı hissettiğini anlıyoruz…İşte
evlenme arifesinde kızın babasından duyduğu sözlerin yaşattığı travma, geliyor
ilişkinin tam orta yerine çörekleniyor…Yankılanıyor taaa derinlerde “Sen adam
değilsin!”
Mehmet cephesinde tüm bunlar yaşanırken, bir sabah alarm eşliğinde
telefona teker teker düşen mesajlar, adeta bir meteor etkisi yaratır. Mehmet’in
eskiden tanıdığı kızla ilişkisinin olduğunu düşünen Serin’in de artık Mehmet’e
olan güveni sarsılmıştır. Maç 1-1 beraberedir. Bir karşılaşmada üstünlük
sağlayan kazanır ama, evlilik ilişkisi, bir karşılaşma olmadığı gibi, bu alanda değil
üstünlük sağlayanın kazancı, berabere kalındığında bile kayıp söz konusu…
Güven artık yok, saygı etrafta gözükmüyor, sevgi de kaybolmak üzere…
Mehmet’in savunması “ilgisiz kaldığım için olabilir mi? Her insan bazen
ilgilenilmeyi hak eder ve bundan mutluluk duyar”
Mehmet’in serzenişi “Yüzük çıkarmak ne demek yaaa?”

Aman! Kırmızı çizgilere dikkat! Yüzük çıkarmak, takmak, taraflardan birinin
kırmızı çizgisi olabilir, öyle ya herkesin sadakat algısı farklı olunca, tepkiler de
beklenmedik bir biçimde ve orantısız olabilir.
Terapistin can alıcı soruları “eşiniz daha önce tanıdığı bir erkekle yazışsaydı ne
hissedersiniz?
“Mehmet bey sizden gizli başka bir ülkede iş başvurusunda bulunsaydı ne
hissederdiniz?”
Karşılıklı empatiye davet eden güzel ve anlamlı sorular. Bu sorular, genellikle
evlilik ve ilişki sürecinde, gürültülü tartışmalar sırasında, eşlerin birbirlerine
yüksek sesle sorduğu sorulardan bazılarıdır. Ancak bu sorular ne kadar yüksek
sesle sorulursa sorulsun, öfke ve kızgınlık halindeyken taraflar bunu duymaz ya
da haklılık şeması o kadar baskındır ki, soruya cevap bile verme gereksinimi
hissetmez, arada kaynar gider. Terapist sorduğunda ise, bu sorular/sorunlar
duyulur hale gelir, üzerinde düşünme boyutuna geçilir, işte çift terapisinin
önemi…
Serin’in boşanma isteğini mektupla yazmış olması, duygularını yazma
yoluyla ifade etmeye çalışması, kendisini iletişime kapatmış gibi gözükse de
duygularını bu yolla daha iyi ifade edebileceğini gösteriyor.. Anlaşılamadığınızı
hissetmek, sizi ya kabuğunuza çekecek ya da sesinizi yükseltecek. Her iki
durumda da vermek istediğiniz mesaj yerine ulaşmayacak. Sözel iletişimin
sağlıklı yapılamadığı durumlarda mektupla/yazarak iletişimin hala iyi bir
seçenek olduğu kanaatindeyim.
Gelelim terapisitin en can alıcı sorusuna;
“Birbirinizi bugün tanımış olsaydınız yine de birbirinize aşık olur muydunuz?”
Sorunun cevabı bu filmin üzerinden verilmeye çalışılsa da benim merak ettiğim ;
kendi ilişkilerimiz için bu soruya verdiğimiz cevaptır.
Bir ilişki sürecinde hiçbirimiz aynı kalamayız, değişiriz, dönüşürüz, büyürüz,
olgunlaşırız ya da yerimizde sayarız, değişime direniriz, iki ileri, bir geri gideriz,
ilişkimizi, aşkımızı, sevgimizi, yerimizi sorgularız, küseriz, barışırız, sevişiriz,
soğuruz, ısınırız, farklı zamanlarda, farklı ihtiyaçlar duyabiliriz. Tüm bunlar
olurken, birliktelik ve bireylik arasındaki o ince ve çok hassas sınırı koruyup,
karşılıklı uyumu yakalayabilirsek, aynı kalmasak bile bir ilişkide sevginin
anlaşılmaz gücünü sürdürmeye devam edebiliriz…

Psikiyatrist Z.Sacide ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU

The post İSTANBUL İÇİN, PARDON ! EVLİLİĞİMİZ İÇİN SON ÇAĞRI first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/12/22/istanbul-icin-pardon-evliligimiz-icin-son-cagri/feed/ 6
BİHTER http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/11/30/bihter/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/11/30/bihter/#comments Thu, 30 Nov 2023 11:52:11 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=218 DAYANIKLI BİHTER, KIRILGAN BİHTER’E KARŞIHalit Ziya Uşaklıgil’in yazdığı ve 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmişve 1901 yılında kitap olarak yayınlanmış realist ve natüralist bir roman olan “Aşk-ı Memnu” , 1975yılında TRT’de, 2008-2010 yıllarında ise Kanal D’de dizi olarak seyircinin karşısına çıktı.Yıllardır tekrar tekrar yayınlanan ve ratinglerinden hiçbir şey kaybetmeyen ve hala aynı ilgiyle,aynı sevgiyle […]

The post BİHTER first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
DAYANIKLI BİHTER, KIRILGAN BİHTER’E KARŞI
Halit Ziya Uşaklıgil’in yazdığı ve 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş
ve 1901 yılında kitap olarak yayınlanmış realist ve natüralist bir roman olan “Aşk-ı Memnu” , 1975
yılında TRT’de, 2008-2010 yıllarında ise Kanal D’de dizi olarak seyircinin karşısına çıktı.
Yıllardır tekrar tekrar yayınlanan ve ratinglerinden hiçbir şey kaybetmeyen ve hala aynı ilgiyle,
aynı sevgiyle izlenmeye devam eden “Aşk-ı Memnu” dizisinin üstüne “Bihter” filmini çekmek büyük
bir cesaret işiydi. Yönetmenliğini M. Caner Alper ve  Mehmet Binay’ın yaptığı, Farah Zeynep Abdullah,
Boran Kuzum, Osman Sonant , Hande Ataizi, Helin Kandemir, Ebru Özkan, Nezaket Erden  Tilbe
Saran gibi sevilen oyuncuların rol aldığı “Bihter” filminden beklentiler büyüktü tabii, bu baskıyla bir
şeyleri değiştirmek, yeni bir şeyler katmak kaçınılmazdı…
Gördüğüm kadarıyla ilk yenilik “dördüncü duvarı yıkma “tekniğiydi (Dördüncü duvarı yıkma
tekniği; karakterlerin veya oyuncuların, izleyiciye doğrudan hitap ettiği veya izleyicinin sanatsal
dünyaya dahil edildiği anlamına gelir.) Bihter seyircisine yaptıklarını, yapacaklarını anlatıyor, kendini
ifade etmeye çalışıyor. Bu yola baş vurması ,yeterince anlaşılamamaktan korktuğu için midir?
anlamakta zorlandım.
Film, dördüncü duvarı yıkarak başladığı gibi, romanın yazıldığı yıllar olan, 1900’lerden
günümüze taşınan ön yargıları da yıkarak, ezberleri bozarak ilerliyor. “Ben bizi koruyacak vitrinin içine
saklanmak istemiyorum, o vitrinin camını çerçevesini indirmek istiyorum.” repliği de bu açıdan
bakıldığında oldukça manidar.
Bihter daha ilk dakikalarda seyircisiyle dertleşmeye, kendini anlatmaya, niyetini açık etmeye
meraklı. Biz seyircileri, üzerinde düşünme, duyguyu hissetme zahmetine sokmuyor. Tam da hızlı
tüketim çağımıza uygun bir davranış değil mi? Okumayalım, hissetmeyelim, üzerine düşünmeyelim,
hızlıca seyredelim… Bihter, psikanalistlerin üzerine yıllarca kafa yorduğu “Electra kompleksi”
üzerinden, anne-kız rekabeti, kız kardeş rekabetini hızlıca pas geçip, zengin kocaya gidiş biletini almış
da Ziyagil Yalısına yerleşmiş bile…Dekorlar, kıyafetler, her ne kadar zamanı 1900’ler gösterse de, genç
kızların zihinleri günümüzde de hala o zamanların izlerini taşımakta… Her genç kızın ortak rüyası
“zengin koca bulalım da hayatımız kurtulsun”. Filmdeki Bihter, dizideki Bihter’den daha iddialı, daha
mantıklı, ama daha az duygusal…
Bihter’in yalıya geldiği andan itibaren, başta Nihal’i, evdeki eşyaları ve çalışanların düzenini
değiştirmeye yeten gücü, acaba, hatalı yazıldığını düşündüğü kaderini de değiştirmeye yetecek mi?
Kendisinden beklenen roller başka, kendi beklentileri bam başka… Acaba bu çatışmanın içinden nasıl
çıkacak? Her gün ağlayıp, sızlayıp, içe kapanıp, hayata küsmek yerine, içinde bulunduğu düş
kırıklığından hızla sıyrılıp “ Bu hayatı biz de yaşayalım” moduna geçerek, soluğu Behlül’e çıkan
merdivenin basamaklarında alması, kendince bulduğu bir çözümdür. Gerdek gecesi giydiği jartiyerli
fantezi çamaşırı ile genç ve güzel Bihter’in zarif bedeninin keşfedilmeye, tatmin edilmeye olan ihtiyacı
Adnan Bey tarafından karşılanamayınca başka seçenek kalmış mıdır? Ne kadar zengin olursa olsun,
iktidarsız Adnan Bey’e, bir gece şaha kalkıp, Bihter’e Boğaz manzaralı odanın penceresinde tecavüz
etme hakkını verir mi? Bu aşağılık durum, zengin koca Adnan Bey’in karısı olmanın bir bedeli midir?
Bihter, Adnan Bey’den intikamını kendini Behlül’ün kollarında atarak mı almaktadır? Bihter,
annesinden intikamını da Adnan Beyin kollarına atılarak almaya kalkışmamış mıydı? Keşke filmdeki
Bihter, dizideki Bihter gibi erkekleri hep bir kurtarıcı olarak görmeseydi…
Gelelim Bihter’le Behlül’ün ilişkisine, Bihter ve Behlül birbirine aşık iki sevgili midir? Yoksa
tenleri birbirine acayip uyumlu iki “fuckboddy” midir? Bihter Behlül’ü mü seviyor yoksa, Behlül’le
sevişmeyi mi ? Aralarında bir aşk var mı? Varsa, bu filmde aşkın tarifi ne? Aşkın sadece cinsellikten
ibaret kabul edildiği günümüzde, bu film için, romanın 2023 uyarlaması diyebilir miyiz? Filmin adı da

doğal olarak “Aşk-ı Memnu” değil de “Bihter” olmuş. Çünkü ortada aşk yok… Buna itiraz edenler
olacak ama, aşkın emarelerini göremedim… Aşk bu filmin neresinde diye düşündüm. Tutkulu, fantezi
dolu sevişmelerin, erotik sahnelerin bolca sergilendiğini gördüm ama, sevgiyi ve ortak paylaşımı, onu
düşünürken geçen uykusuz geceleri, ona duyulan özlemi ,imkansıza dökülen masum gözyaşlarını,
aşkın gözlere yansıyan ışıltısını göremedim… Beyoğlu şekeri fantezili, romantik mumlar eşliğinde,
yalnızca sevişmek için dekore edilmiş, başköşesinde Fransız küveti olan, her bir köşesi buram buram
seks kokan, şık bir odada bedenlerin cömertçe teşhir edildiği, sevişmekten kendini kaybedercesine
değil de, seyircilere estetik görünmeyi hedeflercesine yapılan şovlar… Bihter Behlül’e Beyoğlu’ndan
sipariş verdiği şekeri sorduğunda, Behlül’ün ortaya çıkardığı buruşuk kese kağıdının dekorla uyumu
bozacak şekilde özensiz olması, bende açıkçası hayal kırıklığı yarattı. Filme aşkı yansıtmadan, bu kadar
erotizm yerleştirmek gişe kaygısından mı yoksa ”günümüz aşkları artık böyle yaşanıyor”u göstermek
için mi ayırdına net olarak varamadım…
Şimdi Bihter, bu filmde cinsel özgürlüğünü mü yaşamaktadır? Patriarkal düzene baş mı
kaldırmaktadır? Bir yandan Adnan’ın cinsel gereksinimlerini karşılarken, bir yandan da kendi
cinselliğini yaşamak için iki erkeğin arasında mekik dokuyarak düzene baş kaldırı ne şekilde ve nasıl
gerçekleşecektir? Behlül, Bihter’in “hep gitmesi gerektiğine” öfkelenirken, aslında “hiç gelmemesi
gerekirdi” diye söylenirken , bu ilişkinin sorumluluğunu yalnızca Bihter’e yüklenmesi, kadına yapılan
büyük bir haksızlık değil midir?
Bihter’in “Ben sadece Bihter’im, ne Firdevs Hanım’ın kızı, ne de Adnan Bey’in karısı” derken,
bireyselleşme ve özgürleşme çabasına tanıklık ediyoruz. Ancak bunun, sadece bedeni üzerinden
gerçekleştirmesi yeterli midir? Ekonomik olarak erkeğe bağımlı olması ve hiçbir şey üretmemesi ile
özgürlük ne kadar sürdürülebilir? Bihter, Behlül’ün tüm bulanıklığına karşın filmdeki en cesur
karakterdir. Yaptığının arkasındadır, itiraf etmeyi sürekli gündeme getirse de engellenir. Çıkarları için
durumu idare etmeyi değil de, verdiği radikal kararı uygulama taraftarıdır. Bu nedenle başı diktir.
Bu filmin tek ve en beğendiğim yeri tabii ki final sahnesi oldu. Filmdeki Bihter, dizidekinin
aksine intihar etmedi ve Hamletvari bir tarzla şunları söyledi “ Sevdiğim adam gidiyor kayıkla, bense
buradayım; kanımla, canımla, günahımla…Hiç bir yere gitmiyorum!”.
Bihter, “ El alem ne der?” kaygısı gütmeden, hata yapabilme hakkını kullanmış, özgürce
verdiği kararın sonuçlarını göze almış, yeniden doğmanın sancılarını çekmeye razı, hatasıyla
yüzleşmeye, linç edilmeye hazır. Taşıdığı kırmızı elbisenin tüm ihtişamıyla birlikte, ardına bakmadan
yürürken yeni deneyimlere yol alma cesareti gerçekten takdire şayan…Bu duruş; umarım sevdiği
tarafından aldatıldığı, terkedildiği için intihar etmeye kalkışanlara ilham kaynağı olur.
Bu film, Aşk-ı Memnu dizisinin fanatik seyircilerine pek hitap etmemiştir. Teknik olarak bir çok
sebep sıralansa da, en ön sırada yer alan, sosyolojik açıdan, seyircinin Bihter’i konumlandırdığı
durumdur. Bihter ile Behlül’ün yasak da olsa yaşadıkları imkansız aşkı iliğine, kemiğine kadar
hissetmesi, sonunda Bihter’in hem suçluluk, hem de kıskançlık duygularıyla baş edemeyip kendini
öldürmesi. Bihter, kendi cezasını kendi verdiği için, seyirci onu gözünde öylesine kutsallaştırdı ki,
seyircinin gerçeklik algısı bozuldu, öyle ki, her yıl 24 Haziran’da, Bihter’in ruhuna dualar okudu,
ardından gözyaşlarıyla birlikte lokmalar döktü ve aklından, şükürle şunları geçirdi;”İyi ki onlar kadar
zengin değilim, bak hiç huzurları olmadı”…
Son yıllarda davranış bilimlerinde oldukça popüler olan “kırılganlık” ve “dayanıklılık”
kavramlarını, iki Bihter üzerinden açıklayarak yorumumu bitireyim. Dizideki Bihter, “kırılgan”dı ve
kendini öldürerek oyunu bozma cesaretini göstermişti. Öyle ya geleneklerimizde kocasını aldatan
kadın yaşamayı hak etmiyordu, bu davranış seyirciye göre de doğru olandı. Gençti, güzeldi, Behlül’ün
yaptıklarını hak etmemişti, ama sonunda kendine yakışanı yapmıştı. Oysa ki filmdeki Bihter,

“dayanıklı”dır. Ölmeyi değil kalmayı, her şeye rağmen kalıp mücadele etmeyi seçmiştir, “el alem ne
der?” önemsemeden daha zor bir yola girmiştir. Bu çok takdir edilesi bir duruştur. Bakalım, Aşk-ı
Memnu seyircisi bunu nasıl karşılayacaktır?

Z.Sacide Üstünsoy Çobanoğlu

The post BİHTER first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/11/30/bihter/feed/ 2
HAYIR DEME KORKUSU http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/09/19/hayir-deme-korkusu/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/09/19/hayir-deme-korkusu/#respond Tue, 19 Sep 2023 12:10:47 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=212 Direnme gücü, dünya, “evet” sözcüğünü duymak istediğinde “hayır”diyebilme yetisidir. ( Erich Fromm)En eski ve en kısa kelimeler “evet” ve “hayır” en çok düşünülmesigereken kelimelerdir. (Pisagor)Başkalarına “evet” derken, kendinize “hayır” demediğinizden eminolun. (Paulo Coelho)“Hayır”ın olmadığı bir dünya, dikkat dağınıklığı, kaos, hüsran vetükenmişlikle doludur. (Dan Rockwell) İlişki ve iletişim sorunu yaşayan pek çok bireyin, terapi seanslarında,“ben hayır […]

The post HAYIR DEME KORKUSU first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>

Direnme gücü, dünya, “evet” sözcüğünü duymak istediğinde “hayır”
diyebilme yetisidir. ( Erich Fromm)
En eski ve en kısa kelimeler “evet” ve “hayır” en çok düşünülmesi
gereken kelimelerdir. (Pisagor)
Başkalarına “evet” derken, kendinize “hayır” demediğinizden emin
olun. (Paulo Coelho)
“Hayır”ın olmadığı bir dünya, dikkat dağınıklığı, kaos, hüsran ve
tükenmişlikle doludur. (Dan Rockwell)

İlişki ve iletişim sorunu yaşayan pek çok bireyin, terapi seanslarında,
“ben hayır diyemiyorum, o yüzden bunları yaşıyorum” şeklinde
özeleştiride bulunduklarını çokça gözlemliyorum.
Dil gelişiminde en erken ve en güçlü ilişkisel kelime olarak kabul
edilen “hayır” kelimesi , sosyal çevre ile etkileşim halindeyken hem
ifade edilir, hem de alınır.

NEDEN HAYIR DİYEMİYORUZ?
Arkadaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmamak için mi?
Takdir görmek için mi?
Bizi daha çok sevmeleri için mi?
Hayır deyince ardında durmakta zorlandığımız için mi?
Başkalarını mutlu etmek neden bu kadar önemli?
Hayır demenin kötü bir şey olduğunu nereden ve kimden öğrendik?
Hayır demeniz gereken durumlarda evet demek bize pişmanlık,
mutsuzluk, çaresizlik hissi mi yaratıyorsa neden “HAYIR” diyemiyoruz?

Neden kendi ihtiyaçlarımızı görmezden gelmek ve onları ertelemek
için “evet” kelimesinin ardına saklanıyoruz?
Bize hayır dedirtemeyen şey yoksa değersizlik duygusu mu?
Hayır diyemediğimiz için neden kendimize kızıyoruz?
 
DURUN! KENDİMİZİ SUÇLAMADAN ÖNCE, “EVET” YA DA “HAYIR”
DEDİĞİMİZDE BEYNİMİZDE NELER OLUYOR, ONA BİR BAKALIM.
Doğumdan itibaren beynimiz sosyal ilişkiler hakkında anılar
oluşturmaya başlar. Zamanla iletişime girdiğimiz kişilerin yüz
ifadelerine duyarlı olmak, ruh hallerini bakışlarından tahmin etmek
gibi yetenekler kazanırız. Beynimizde bu alanda özelleşmiş olan
ORBİTOFRONTAL KORTEKS (OFK), uyaranları güvenli olanlar ve tehdit
edici olanlar olarak kategorize eder ve buna bağlı olarak, biz farkına
varmadan duygu, düşünce ve davranışlarımız şekillenir. Tüm bunlar
beynimizdeki bir takım karmaşık biyolojik süreçlerle gerçekleşir.
 İnsanlarda, lateral (dış) ve medial (iç)ve alt prefrontal bölgeleri
kapsayan ORBİTOFRONTAL KORTEKS (OFK), dopaminerjik yapılarının
yanı sıra duyusal bağlantı alanlarının her birinden girdileri alan bir
bölgedir. Bu itibarla, önceki ceza ve ödül çağrışımlarının hafızasını
birleştirmek için iyi bir konumdadır ve bir uyaranın duygusal değerinin
belirlenmesinde rol oynar. Bir eylemi seçmek, kabul etmek veya
reddetmek, sınırları belirlemek ve bildirim uyaranlarını pekiştirmek
OFK’nın işlevleri arasındadır.
Sağ prefrontal korteksin genellikle negatif değerlik ve inhibisyonla, sol
prefrontal korteksin ise pozitif değerlik ve yaklaşma motivasyonu ile
ilişkili olduğu kabul edilmektedir ( Harmon-Jones, 2004 ).
Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI), ile yapılan
araştırmalarda Orbitofrontal korteks aktivitesinde kelimeye atfedilen
spesifik duygusal değere göre farklılıklar gözlenmiştir. Örneğin
“hayır” kelimesini, negatif değer olarak algılandığı ve daha yavaş tepki

dalgası ürettiği, farklı bir şekilde “evet” kelimesini olumlu olarak
algılandığı ve bu nedenle daha hızlı tepki dalgaları üretilmesine yol
açtığı gözlenmiştir. Bu da bizim neden daha kolay ve hızlı “evet”
diyebildiğimizi, “hayır” demenin daha yavaş ve zor süreç olduğunu
çok güzel açıklamaktadır. Ayrıca “hayır” kelimesinin alma boyutu da,
kişinin bu uyarana karşı uyum sağlayıcı davranış geliştirme ve öfke
kontrolünü devreye sokmasına yardımcı olur.
İşte bu süreçlerle “evet” kelimesini pozitif yani onay ve
cesaretlendirme ile, “hayır” kelimesini ise negatif yani yasaklama ve
onaylamama ile ilişkilendirmeyi öğreniriz.
Örneğin anne-babalarımız tarafından sevilmek, öğretmenlerimizin
gözünden düşmemek için “hayır” dememeyi, onlara itaat etmeyi,
onları memnun etmeyi daha çocuk yaşlardan itibaren bu yolla
öğreniriz. Çünkü onlarla bağ kurmaya, onların bakımına, sevgisine,
şefkatine ihtiyacımız var. Onlar tarafından reddedilme korkusunun
yarattığı güvensizlik hissi bizi “hayır” demekten alıkoyar.
Bilinçsizce, “evet” demenin karşılığını kaygıda geçici bir azalma,
rahatlama hissi olarak ödüllendirildiğini gördüğümüzde; bunu tam
tersi olan duyguları çağrıştıracak “hayır” demekten uzaklaşırız. Bu
durum yıllar geçtikçe pekişir ve bizim temel inançlarımızı oluşturur.
HAYIR DEMEYİ NASIL ÖĞRENEBİLİRİM?
“Hayır” demek elbette ki her şeye, her teklife, her isteğe “hayır”
demek değildir.
“Hayır” demek, kendi önceliklerimizi, ihtiyaçlarımızı, sınırlarımızı,
kaynaklarımızı gözden geçirebilme kapasitesi ile bağlantılıdır.
“Hayır” demek, aynı zamanda karşımızdakine neden “hayır”
dediğimizi kendi gerekçelerimizle anlatabilme yetisidir. Bu yetenek
zamanla kazanılabilir ve bu süreçte bazı iletişim kazalarını göze
almamız gerekecektir.

Hemen cevap vermeyip, karar vermek için zaman isteyebiliriz. “Biraz
düşünebilir miyim?” cümlesinden kimse rahatsızlık duymayacaktır.
“Hayır” dediğimizde, alacağımız olumsuz tepkiyi olduğundan daha
fazla abartma eğilimde olduğumuzu bilmeliyiz.
“Hayır” dediğimizde, suçlu hissedeceğimizi baştan kabul edelim.
“Hayır” dediğimizde, net ve dürüst olduğumuz için karşı tarafın bizi
takdir etme olasılığı oldukça yüksektir.
“Hayır” dediğimizde, karşımızdakinin vereceği tepki, bize, onunla olan
ilişkimizi gözden geçirme fırsatını da sunar. Eğer karşımızdaki “hayır”
cevabını olgunlukla karşılıyorsa, bizimle olan iletişimini sağlıklı
biçimde sürdürme isteği içinde olduğunu düşünebiliriz.
Görüldüğü gibi “hayır” demek,hem biyolojik, hem de psikolojik olarak
zor olsa da, yerinde ve makul gerekçelerle “hayır” deme cesaretini
göstermek bize, birçok alanda, birçok şey katacaktır.
KAYNAKLAR:

  1. Chowdhury, R. B. (2020). What is the power of saying NO in
    life? Psychologs. Available
    at: https://www.psychologs.com/article/what-is-the-power-of-saying-a-
    no-in-life [Accessed on April 16, 2022]
  2. Antentor O Hinton Jr., Melanie R McReynolds, Denise Martinez,
    Haysetta D Shuler & Christina M Termini (2020). The power of saying
    no. EMBO reports, 21:e50918,
    DOI: https://doi.org/10.15252/embr.202050918
  3. Alia-Klein, N., Goldstein, R. Z., Tomasi, D., Zhang, L., Fagin-Jones,
    S., Telang, F., Wang, G. J., Fowler, J. S., & Volkow, N. D. (2007).
    What is in a word? No versus Yes differentially engage the lateral
    orbitofrontal cortex. Emotion (Washington, D.C.), 7(3),
    649–659. https://doi.org/10.1037/1528-3542.7.3.649
  4. O’Doherty J, Kringelbach ML, Rolls ET, Hornak J, Andrews C.
    Abstract reward and punishment representations in the human
    orbitofrontal cortex. Nat Neurosci. 2001;4(1):95–102.
  5. Brass, M and Haggard, P. (2007). To Do or Not to Do: The Neural
    Signature of Self-Control. Journal of Neuroscience, 27 (34) 9141-
    9145; DOI: https://doi.org/10.1523/JNEUROSCI.0924-07.2007
  6. Dobbs, D. (2007). Saying no to yourself: The neural mechanisms of
    self-control. Scientific American. Available
    at: https://blogs.scientificamerican.com/news-blog/saying-no-to-
    yourself-the-neural-me/ [Accessed on April 19, 2022]

The post HAYIR DEME KORKUSU first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/09/19/hayir-deme-korkusu/feed/ 0
BARBIE MÜKEMMEL Mi? SIRADAN MI? http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/08/01/barbie-mukemmel-mi-siradan-mi/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/08/01/barbie-mukemmel-mi-siradan-mi/#comments Tue, 01 Aug 2023 13:39:07 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=208 BARBIEOyuncaklara ne kadar meraklı olduğumu, hala kendime, zamanzaman oyuncak aldığımı, bana bir oyuncak hediye edilmesinden nekadar mutlu olduğumu beni yakından tanıyanlar çok iyi bilir. Haftasonu ben de trende uyup, pembe elbisemi giyip Barbie filminiizlemeye gittim. Bir zamanların, kızıyla Barbie oynayan, Barbie serisinitamamlamaya çalışan, tüm bunlarla belki de dünyasını daha darenklendirmeye çalışan bir annesi, şimdilerin ise […]

The post BARBIE MÜKEMMEL Mi? SIRADAN MI? first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
BARBIE
Oyuncaklara ne kadar meraklı olduğumu, hala kendime, zaman
zaman oyuncak aldığımı, bana bir oyuncak hediye edilmesinden ne
kadar mutlu olduğumu beni yakından tanıyanlar çok iyi bilir. Hafta
sonu ben de trende uyup, pembe elbisemi giyip Barbie filmini
izlemeye gittim. Bir zamanların, kızıyla Barbie oynayan, Barbie serisini
tamamlamaya çalışan, tüm bunlarla belki de dünyasını daha da
renklendirmeye çalışan bir annesi, şimdilerin ise iyi bir sinema
seyircisi olarak, bu filme gitmeyi kendime görev edindim. Pek çok
şeyine tanıklık ettiğim Barbie’nin filmini izlemeye gitmek, bende ayrı
bir heyecan, ayrı bir coşku uyandırmıştı ki, ilk karelerden itibaren
karşılaştığım büyülü görseller, tahminlerimde hiç de yanılmadığımı
kanıtlamıştı. Her filmi izledikten sonra üzerinde düşünme, bazen
yorum yapma ihtiyacı içinde bulurum kendimi. E daha yeni blog
açmışken bunları da sizlerle paylaşmadan olmaz ki…

BARBIE’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
“Bebekler ve kız çocukları” sözcükleriyle başlayan filmde Barbie’nin
devasa “tanrısal” büyüklüğünü karşısında büyülenen kız çocukları
kendi yarattıkları hikayelerinin nesnesi olan bebekleri oyuncakları
kırıp döktüklerini görürüz. Bu eylemle birlikte kız çocukları, kendi
hikayelerinin kahramanı olmaktan vazgeçtikleri için, yeni yaratıcının
yani Barbie’nin yazdığı hikayelerin birer figüranı olacaklarından
habersizdir. Her ne kadar Barbie 64 yıllık bir bebek olsa da, özellikle
90’lı yılların sonlarından itibaren Barbie miladı başladı ve kız
çocuklarının ve onlara bunları alacak, onlara bunları satacak
büyüklerin gündemine oturdu. Barbie’den önce (BÖ) Barbie’den
sonra(BS) şeklinde süreç ilerledi. Bu süreçte “hayal dünyasının geniş
olması” ile “hayal dünyasında yaşamak” kavramları epeyce birbirine
karıştı. Barbie’de önce elindeki kısıtlı oyuncakla, hayal gücünü
çalıştırıp, yaratıcılığını devreye sokan kız çocukları evdeki eşyaları çok

amaçlı kullanmayı, eski giysi parçalarından elbise tasarlamayı,
büyüklerin dünyasındaki eşyaları oyuncaklaştırmayı keyifle
sürdürüyordu. Oynadığı oyunların kurgusunu da kendisi yazıp,
başrolde kendisi ve arkadaşları oynarken birdenbire sahneye
Barbie’nin düşmesiyle her şeyin alt üst olduğu Barbie Sonrası dönem
başladı. BS ne mi oldu? Barbie kutudan çıkmıştı bir kere… Barbie
sadece oyuncak bir bebek değildi, Barbie bir rol modeldi, bir statü
göstergesi, ayrıcalık simgesiydi. BS oyun oynama bitti, hayal gücü gitti
onun yerini, oynamak için değil, “bundan bende de var“ demek için
ya da elindeki Barbie’den sıkılıp “Tuhaf Barbie” ye dönüştürüp,
Barbie’nin yeni modellerini, yeni aksesuarlarını alma, Barbie’nin
elbiselerinden giyme, onun gözlüğünden takma, onun yaşadığı gibi
bir evde yaşama hayali, onun yatağında yatma gibi hep satın alma ve
sahip olma üzerinden hayaller kurmaya evrildi. Ta ki bu kız
çocuklarının biraz büyüyüp de gerçeklerle yüzleşip ayakları yere
değinceye kadar… Ayaklar yere değince denge bozuldu, tökezleyip
düşünce kimi ayağa kalkmamakta direndi, kimi kalktı ama yine düştü.
Toz pembe ülkede, pembe düşlerin arasında kız partileri verirken,
erkek egemen dünyanın hiç de Barbieland gibi olmadığı gerçeğiyle
yüzleşmek o kadar da kolay değildi.
SİZ BARBİE’Yİ YANLIŞ ANLADINIZ!
Nasıl anlamalıydık? Barbie’nin yaratıcısına göre Barbie, aslında
ayakları yere basan, her istediğini yapabilen bir kadındır. Kadınlar
istediklerini yapabilir, doktor, veteriner, mühendis, edebiyatçı,
sporcu, pilot olabilir, hatta Nobel ödülü bile alabilir. O nedenle mi
Barbie’yle oynamak demek Barbie’nin sahip olduğu her şeye sahip
olmak demekti? İyi de bu ne kadar gerçekçi bir önermeydi?
Barbie’nin ilk çıktığı yıllarda Barbie mükemmeldi, kusursuzdu. Bu da,
anne babalarından “ mükemmel çocuk” olma beklentisiyle yetiştirilen
kız çocuklarının, ergen olduklarında bedenlerinin nasıl olması
gerektiği konusunda kafalarını karıştırdı. Bunca ergenin beden
algısının bozulması bozulması, Psikiyatri ve Dahiliye Kliniklerinde

“Anoreksiya Nervoza” olgularının artması, 18 yaşını doldurdukları
gün, soluğu Plastik cerrahi kliniklerinde almasını hep bu yanış
anlaşılma ile olduğunu söyleyebilir miyiz? Eleştirilere duyarsız
kalmadığının altını çizen Mattel, farklı beden ve ırklarda yeni
Barbie’leri piyasaya sürerken ve bunu da gururla sunarken bu
bebeklerin ancak şimdiki çocuklara hitap ettiğini 25-30 yıl önceki
çocukların şimdi birer erişkin olduğunu, onların travmalarının nasıl
onarılacağı konusunda acaba bir fikri var mıdır?
Reddedilmemenin tek şartının “çok güzel ve havalı olmak” olduğu
yanılgısını düzeltmek ne kadar zaman alacak yoksa gerçeklerin çok
sert yüzüne vurmasıyla mı öğrenilecek?
DÜŞLERDE PEMBEYİ TÜKETTİK, ŞİMDİ GRİ GERÇEKLERDE GEZİNME
ZAMANI

Gerçek dünyayı keşfetmeye çıkarken Barbie neden yanında Ken’i de
götürdü? Gerçek dünyada Ken’e ihtiyacı olacağı için mi? Gerçek
dünya Ken’i nasıl etkiledi? Biz Barbie’nin var oluş meselesiyle
ilgilenirken meğer asıl sorun Ken’deymiş de haberimiz yokmuş.
Meğer onun da hayalleri varmış. Spor salonlarında kaslarını geliştirip,
plazalarda çalışıp, plajlarda boy gösterip, lüks arabalarda gezerken at
üstündeki ataları meğer onu hiç rahat bırakmamış. Tıpkı siyah kırçıllı
beyaz kürkü gibi ilk çağlardan beri atalarının fikrini sırtında taşımış. O
da özgüveninin kaslarında, atında, arabasında olduğunda ısrar ediyor.
Hatta bununla da kalmayıp, sadece erkek olmanın “her şey” olmaya
yeteceği hezeyanı her yerini sarmış, sarmış da, bu hezeyanını kendini
yeterli hissetmeyen Barbie’lerle paylaşıp diktatörlüğünü ilan bile
etmiş.
Mattel’in pembe koltuklarında oturan erkekler Barbie’yi kutusuna
hapsetmekle tüm sorunların hallolacağını söylemesi size de çok
tanıdık geldi mi?
Kadın düşmanlığıyla suçlanan Barbie, özrünü “ataerkil Ken’lere karşı”
yaptığı kadın dayanışmasıyla telafi edince tüm sorunlar halloldu mu?

Gerek Ken, gerek Barbie mükemmel olmak, yeterli olmak çukurundan
çıkmamak için debelendiklerini izlerken herkes gibi sıradan olmak
onlara neden daha zor geldiği düşündürücü… Değişmek için konfor
alanından çıkmak, vaz geçmek lazım… Sonunda Barbie ilk adımı atıyor
ve “değiştim, artık mükemmel olmak zorunda değilim, herkes gibi
sıradan biriyim” diyor , diyor demesine de benim anlamakta
zorlandığım;
Verilmek istenen mesaj “mükemmellik” değil “sıradanlık” ise neden
sıradan bir oyuncak değil de “Sıradan Barbie” nin de tasarlandığı
müjdesi veriliyor?
Bu, sıradanlığı da markalaştırmaktan başka bir şey mi? Yoksa onu da
mı yanlış anladık?
BARBİE YAPMIŞ YİNE YAPACAĞINI …. REKLAMIN İYİSİ KÖTÜSÜ
OLMAZMIŞ,” HATALARIMILA KUSURLARIMLA BENİ İZLEMEYE, BENİ
ALMAYA DEVAM EDİN”
diyor.

Uzm. Dr. Zehra Sacide Üstünsoy Çobanoğlu.

The post BARBIE MÜKEMMEL Mi? SIRADAN MI? first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/08/01/barbie-mukemmel-mi-siradan-mi/feed/ 2
EBEVEYNİMİZE EBEVEYNLİK YAPTIRAN HASTALIK DEMANS http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/07/10/ebeveynimize-ebeveynlik-yaptiran-hastalik-demans/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/07/10/ebeveynimize-ebeveynlik-yaptiran-hastalik-demans/#respond Mon, 10 Jul 2023 12:58:35 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=194 Ebeveyn algımız, biz ebeveyn olsak bile değişmemişken, anne babamızla yaşadıklarımızı henüz çözememişken kapıyı Demans çalınca , ne yapacağımızı bilemeyiz sorun üstüne sorun yaşarız. Çağımızda insan ömrünün uzaması, yaşam kalitesinin artmasına rağmen, yaşla birlikte bilişsel ve yönetsel işlevlerin  bozulması, yaş alan bireylerin  uzayan ömürlerinin  keyfini yeterince  sürememesine, dünyada olup biteni anlayamamasına neden olmaktadır. Demans sadece unutkanlık, […]

The post EBEVEYNİMİZE EBEVEYNLİK YAPTIRAN HASTALIK DEMANS first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
Ebeveyn algımız, biz ebeveyn olsak bile değişmemişken, anne babamızla yaşadıklarımızı henüz çözememişken kapıyı Demans çalınca , ne yapacağımızı bilemeyiz sorun üstüne sorun yaşarız. Çağımızda insan ömrünün uzaması, yaşam kalitesinin artmasına rağmen, yaşla birlikte bilişsel ve yönetsel işlevlerin  bozulması, yaş alan bireylerin  uzayan ömürlerinin  keyfini yeterince  sürememesine, dünyada olup biteni anlayamamasına neden olmaktadır. Demans sadece unutkanlık, hafıza kaybı değildir. Demans kliniğinde, yeni bilgilerin öğrenilmesi ve kayıt edilmesinde sorun olduğu için yakın bellekte belirgin bozulma olurken, aynı zamanda, planlama, organize etme, karar verme, yargılama, hesaplama yetileri de ilerleyici bir şekilde bozulur. Yaşadığı çevreye dair algısı bozulan ve yetiyitimi gelişen hastada, zamanla davranışsal ve ruhsal bozukluklar da tabloya eşlik eder.

Demansın en sık görülen türü Alzheimer’dir, ayrıca Lewy cisimcikli demans,Frontotemporal  tip demans, Vasküler tip demans, Creutzfeld tip demans, Parkinson hastalığı demansı gibi türleri de bazen benzer bazen de farklı klinik tablolar ile karşımıza çıkar.

Demansın başlangıç safhasında bazı hastalarda içe kapanma, kimseyle  konuşmama, yemeden içmeden kesilme, depresif duygudurum, uyku bozuklukları gibi depresyonu düşündürecek bulgular olabileceği gibi, bazılarında da davranış bozuklukları cinsellikle aşırı uğraş, temizlik takıntıları ve uğraşları, çöp toplama, gereksiz eşyaları biriktirme, küfürlü ve cinsel içerikli konuşma, bir kelimeyi bulamama o kelimeyi dolaylı yoldan anlatma örneğin elimdeki kalem gösterip bu ne diye sorduğumuzda “şeyyy, şey işte, yazı, yazar, yazı yazılır, yazı yazarken kullanılır” diye anlatır da kalem olduğunu söylemesi çok uzun sürebilir.

Demans başlarken hasta yakınları bu durumu pek kabullenmek istemezler. Yok yere büyükleriyle tartışmaya girip kalplerini kırabilirler. “Senden benden akıllı 50 yıl önceki askerliğini hatırlıyor, düğününde kaynanasının söylediklerini hatırlıyor, bunun hafızası gayet yerinde bizimle dalga geçiyor” şeklinde hasta yakınlarının serzenişlerine sıkça tanık oluruz.

Zaman ilerledikçe demans da ilerler. Kısa süreli bellek daha da bozulur az önce söyleneni hatırlamakta güçlük çeker Unutkanlığı nedeniyle çevresiyle iletişimi bozulan birey daha da içe kapanır. Bu durum uyaran azlığına yol açacağından demans belirtileri daha da kötüleşir. Konuşma yetisi daha da bozulur, belleği daha da zayıflar. Yani hasta bir kısır döngünün içine girer. Yeme alışkanlıkları değişir.  Sürekli aynı tip yemek yeme, abur cubur tüketiminde artma, iştah azlığı ya da aşırı iştah artışı, yediğini unutup aynı öğünü birkaç kez yeme gibi davranışlar hastada beslenme bozukluğuna bağlı gelişen yeni sorunlara yol açar.

Özbakımda giderek azalma , banyo yapmak, tıraş olmaktan kaçınma hatta bunlar için sorun çıkarma gibi durumlarla çok sık karşılaşılır

Eşyalarının yeri değiştiğinde ya da eşyalarını  birilerine verdiğinde bunları unutup çok yakınlarını bile hırsızlıkla suçlayabilir. Cinsel dürtülerini denetleme sorunu yaşayabilirler, bakıcılarına ya da çevresinde bulunan genç bireylere uygunsuz cinsel davranışlarda bulunabilir, bu yüzden yasal sorunlar bile yaşayabilirler. Evden çıkıp gitme, kaybolma aile bireylerinin en fazla endişelendiren durumlardan biridir. Tablo ilerledikçe anlamsız konuşmalar, ya çok konuşma ya da hiç konuşmama, çevresindekileri tanıyamama, halüsinasyon görme, sesler duyma, kendi kendine konuşma, tarifleyemediği korkular, saldırgan davranışlarla artık başa çıkılmakta zorlanır ve hasta hem kendisine hem de çevresine zarar verme riski taşır.

İleri evre demansta hastanın motor becerileri de iyice bozulur. Hastanın  desteksiz yürümesi güçleşir, denge kaybı ve düşmeler çok sık görülür. Yeterli önlem alınmazsa düşme sonucu kırıklar ve bedenin çeşitli yerlerindeki travmalar meydana gelir. Ayrıca hastanın hayatnı riske atabilecek bir başka durum da özellikle yutma refleksinin  bozulmasıdır. Yediği içtiği şeylerin sıkça nefes borusuna kaçması hem akciğer enfeksiyonlarına hem de ani ölümlere yol açabilir.

NELER YAPILMALI?

Erken ve orta  evrede Kişiye sıkı sık tarih gün ay ve yıl olarak hatırlatılmalıdır .Bu durum zaman oryantasyonu bozulmakta olan hastanın bir süreliğine de olsa zaman oryantasyonunu güncellemek. Sanki yeni bir dil öğretiyormuşçasına, yaptığı, yapacağı her eylemi isimlendirerek anlatmalıdır. Örneğin; “yemek yer misin?” yerine “ domates çorbası yanında bir dilim ekmek de yer misin?”  şeklinde sorulmalıdır. Burada amaç cisimlerin eşyaların ismini hatırlama güçlüğü  çeken hastaya isim bulma konusunda yardımcı olmak.

Eşyalarını koyduğu yeri değiştirmemeye ,günlük rutinlerini aksatmamaya özen gösterilmeli zorunlu bir değişiklik yapılacaksa önceden haber verip belli araklıklarla hatırlatılmalıdır

Olabildiğince günlük yaşamdan kopmamasına olanak sağlanmalıdır. Yeti yitimini önlemek ya da geciktirmek için basit görevler verilmeli, çamaşırlarda çorap eşleştirme, fasulye, bezelye, barbunya ayıklama, örgü örme, boncuk dizme  gibi gibi aktiviteler hem kaslarının çalışmasına hem de  hala bir işe yarıyor duygusu yaşamasına yardımcı olur.

DEMANS TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ ? DÜZELİR Mİ?  demans maalesef tam olarak iyileşmez ,ilerleyici bir bozukluktur,  ancak tedavi ile hastalığın ilerleme hızı yavaşlatılabilir, komplikasyonların gelişmesi önlenebilir. Tedavi ile hasta ve yakınlarının, bakım verenlerin yaşam kalitesi artar. Demans multidisipliner dediğimiz bir yaklaşımla tedavi edilmelidir. Yani ; bu süreçte hasta, tüm doktorların işbirliği ile takip edilmelidir.

Öncelikle beyin görüntülemesi ve organik sebeplerin araştırılması için nöroloji uzmanı tarafından değerlendirilmeli, eşlik eden depresyon, duygudurum bozukluğu, uyku bozukluğu, paranoya gibi düşünce bozukluğu ajitasyon, ekistasyon(saldırganlık) davranış bozukluklarının  tedavisi için psikiyatrist tarafından, eşlik eden diğer hastalıkları için ilgili uzman doktor tarafından tedavi edilmelidir.

 PANDORA’NIN KUTUSU

Aile büyüklerinden birinin demans tanısı almasıyla “Pandora’nın Kutusu” açılır. Aile dinamikleri temelinden sarsılabilir. bu dönemde  aile fertleri değişim sürecine girer, yıllardır üstü örtülmüş sorunların açığa çıktığı,  içinde birikenlerin faiziyle birlikte ödetilmeye hazır hesaplaşma süreçleri başlar.

Yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun 2008 yapımı “Pandora’nın Kutusu” filmde anneleri demans olan üç kardeşin birbirinden ayrı hayatlar yaşarken, apayrı sorunlarla boğuşurken, birdenbire annelerinin kaybolmasıyla birlikte zorunlu olarak biraya gelmeleri ve bu süreçte hem   birbirleriyle hem anneleriyle hem de kendileriyle olan ilişkilerine tanık oluruz. Bu filmde süreçte yaşanan sorunların aile dinamiklerine olan etkisi çok güzel işlenmiş. İzlemenizi önerir, yorumlarınızı beklerim.

Zehra Sacide Üstünsoy Çobanoğu

Psikiyatrist&Psikoterapist

The post EBEVEYNİMİZE EBEVEYNLİK YAPTIRAN HASTALIK DEMANS first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/07/10/ebeveynimize-ebeveynlik-yaptiran-hastalik-demans/feed/ 0
ACABA DEPRESYONDA MIYIM? http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/06/20/acaba-depresyonda-miyim/ http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/06/20/acaba-depresyonda-miyim/#respond Tue, 20 Jun 2023 12:43:09 +0000 http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/?p=190 Epeydir hiç tadım tuzum yok, o şen kahkahalarımı atmaz oldum. En son ne zaman kendim için bir şey yaptım? Uykularım da kaçtı gitti, nerede o kafamı yastığa koyar koymaz uyumalar? Sabahları bir türlü kalkmak istemiyorum. Alarmla adeta kavga halindeyim, huzursuz geçen gecelerin ardından dinç kalkmayı unuttum. Hiçbir şey yapasım gelmiyor, sonra yaparım diye ertelediğim işler […]

The post ACABA DEPRESYONDA MIYIM? first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
Epeydir hiç tadım tuzum yok, o şen kahkahalarımı atmaz oldum. En son ne zaman kendim için bir şey yaptım? Uykularım da kaçtı gitti, nerede o kafamı yastığa koyar koymaz uyumalar?

Sabahları bir türlü kalkmak istemiyorum. Alarmla adeta kavga halindeyim, huzursuz geçen gecelerin ardından dinç kalkmayı unuttum. Hiçbir şey yapasım gelmiyor, sonra yaparım diye ertelediğim işler o kadar birikti ki, üzerime üzerime geliyor. Sanki bir dağın altında ezilip kalmış gibi hissediyorum.  Yarınlardan da umudumu kestim, niye yaşıyorum ki, ben de anlam veremiyorum. Her şey birden nasıl da zorlaştı hayatımda, şükür kötü giden bir şey de yok ama, ben niye her şeyi dert ediyorum? Biraz da alıngan oldum sanki, kalbim sırçadan bir fanus, kırılıp dağılıyor. Ya o ağlamalarım, birileri görecek diye ödüm kopuyor, ne ara ben bu kadar sulu göz oldum. Kafamda sanki bir sis bulutu, okuduğumu  anlamıyorum, dinlerken kopuyorum. Unutkanlık da başladı acaba Alzheimer falan mı oldum, yoksa dünyanın sonu mu yaklaşıyor? Yok yok, böyle yaşanmaz, Allah canımı alsın da kurtulayım…

Diyorsanız ve bu yaşantılar en az on beş gündür sürüyorsa büyük olasılıkla depresyonla karşı karşıyasınız. On beş gündür düzelmeyen bu durumun kendiliğinden düzelmesi olası değildir. Bu durum Psikiyatrist tarafından ele alınmalı ve gereken tedavi düzenlenmelidir.  Tıp dışı yöntem ve uygulamalar kısa süreli iyilik hali hissettirse de, depresyonu tedavi etmez,  uzun vadede size zaman kaybettireceği gibi, depresyonun şiddetini arttırıp, tedavi süresinin uzamasına da yol açabilir. O nedenle en kısa zamanda ulaşabileceğiniz bir psikiyatristten randevu alınız.

Uzm. Dr. Zehra Sacide Üstünsoy Çobanoğlu

The post ACABA DEPRESYONDA MIYIM? first appeared on UZM. DR. ZEHRA SACİDE ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU.

]]>
http://www.psikiyatristsacidecobanoglu.com/2023/06/20/acaba-depresyonda-miyim/feed/ 0