Yönetmenliğini Gönenç Uyanık’ın yaptığı, senaryosunu Nuran Evren Şit’in
yazdığı ve baş rollerini uzun süredir bir arada görmeyi özlediğimiz Beren Saat-
Kıvanç Tatlıtuğ ikilisinin oynadığı “İstanbul İçin Son Çağrı” filmi hakkında, pek
çok olumsuz yorum okusam da, filmi kendi gözlüklerimle izlediğimde, çok farklı
şeyler hissettim ve ilişkiler üzerinde derin düşüncelere daldım.
İtiraf edeyim, filmde gizemli bir hava yaratmak için yaşanan tuhaflıklar,
ilişkilere dair edilen beylik laflar, klişeler, bir Hollywood klasiği şeklinde mutlu
son beklentisi ve bazı durumları mantık süzgecinden geçirmekte zorlanmam,
ben de hayal kırıklığı yaratsa da, biraz Kıvanç ve Beren’in hatırına, biraz da New
York özlemiyle filmi izlemeye devam ettim. “Eee şimdi ?” derken, 50.
dakikadan itibaren, filmin, bambaşka bir boyuta geçişi, kendimi bir ilişki terapisi
seansının içinde bulmam, bana adeta bir ödül gibi geldi. Bir kez daha sonucun,
değil, sürecin hazzını yaşadım bu filmle…Evlilik terapisinde sıkça karşılaştığımız
sorunların, kararlar alınırken göz ardı edilenlerin ve ailelerin yaptığı hataların
hızlıca geçildiği, ama güzel işlendiği filmin bu bölümlerini sinematerapide
kullanabileceğim için ayrıca şanslı hissediyorum…Terapi seansı olan sahneler,
seyirciye, Serin ile Mehmet’in ilişkisi üzerinden, kendi ilişkileri hakkında
düşünebileceği pek çok alan açıyor. Partnerine güvenle bağlandığında tüm
engeller aşılırken ya da aşıldı zannederken, güven sarsıldığında, kaygının kaygan
zemininde yürümekte zorlanan bir ilişkinin, partnerleri nasıl da kırılgan ve
kaçıngan hale dönüştürdüğüne tanıklık ediyoruz.
Evlilik mi? Kariyer mi? “Haydi seç birini” dediklerinde hiç düşünmeden
seçtiğimiz, ya da seçmekte zorlandığımız, yıllar sonra da,seçtiğimizin
pişmanlığını duyduğumuz ya da vaz geçtiğimizin keşkesine takılıp kaldığımız,
bazen seçtiğimizi de yıpratıp, tüketince, neden seçtiğimizi bile hatırlamadığımız,
geriye kalanla tamam mı, devam mı kararını vermek için yine bir seçime
mahkum olmamız…Çok tanıdık haller değil mi?
Niye seçmek zorunda kalıyoruz ki? İkisini de seçmenin, ikisini de aynı
tutkuyla yürütmenin bir yolu yok mu? Ahhh keşke olsaydı…Bir yandan bu
soruyu “garanticilik” gibi görürken, öte yandan, kendini aşkın kollarına
hesapsızca atıp, bir süre sonra aşk bitince de “Buna değdi mi?” diye hem
kendine, hem karşındakine hesap sorarken, yapamadıklarından karşındakini
sorumlu tutarken nerede kaldı aşkın her şeyi halleden gücü?
Vaz geçtiklerimizin yasını henüz tam yaşamamışken, seçtiklerimizle
çatışmamayı becerebilmek büyük enerji ister ama ilişkideki enerji kaynakları da
bellidir.
Müzisyen bir erkek ve tasarımcı bir kadının yolları aşk ile kesişince her
ikisi de kendi kariyer geleceklerinden gönüllü bir vazgeçişle aşkın peşinden
gitmeyi seçmişler. Acaba yaratıcılıkları için, birbirlerinin ilham kaynağı
olduklarının, üretkenlik için birbirlerini beslediklerinin farkında olsalardı böyle
bir seçim yaparlar mıydı? Evliliğin kapısını açıp, yuva büyüsünün içine girince,
bir süre her şey yolunda gider, ama toz pembenin de tozunun uçmaya,
pembesinin de solmaya başladığı zaman gelir…Artık, aşk, evlilik, mutluluk gibi
kavramların, bireylerin var oluşları için yeterli olmadığı hissi rahatsızlık vermeye
başlar. Bireylerdeki rahatsızlık, birlikteliği de rahatsızlık verir. Sorun olmayan
evlilik yok, ama evlilik içinde sorunları çözmenin de yolu pek çok…Filmdeki
çiftimiz, ilişkilerinin yanı sıra yaptıkları işte de mutlu olmak, tatmin olmak
isteyince, güçlükle kurdukları dengeler bozuluyor …
Sevdiği kızın babasının isteğiyle, masa başı çalışmaya zorlanan Mehmet,
işler yolunda rolünü oynarken, İşyerinde tasarımları çalınan Serin, “zaten bu
ülkede emeğin kıymeti bilinmez” deyip, kocasından gizlice, yurtdışında iş
başvurusu yapınca, sarsıntıya uğramış ilişkide yıkım yaratan bir deprem oluyor.
Serin, geçmişte yapamadığını, şimdi ve gizli yapınca olanlar oluyor.
Gördüğümüz kadarıyla; bu evlilik için seçimler ve özveri karşılıklı ve gönüllü
olarak yapılmış. Duygusal baskı altında kalmak konusu, pek dillendirilmeyen,
ama dile getirilmesi de bir o kadar tepki görmeye müsait bir mesele, şimdilik
oralara girmeyelim… Eğer yapılan seçimler, tek taraflı ve hatır için olsaydı bu
senaryo ”senin yüzünden”şeklinde yazılır ve oynanırdı…
Damat adayının işini beğenmeyen kız babaları! Bu sahne size gelsin…Kız
babasının, damat adayına “kızımın yanına yakışır bir koca ol, kendine adam gibi
bir iş bul” derken, ona, Mehmet’in deyimiyle “kendini b.. gibi” hissettirip,
rencide ettikten sonra kızını mutlu olmasını beklemesi ne yaman bir çelişkidir.
İşin kötü yanı, daha evlilik başlamadan, sonunu hazırlayan ebeveynler sadece
filmlerde, dizilerde değil, gerçek hayatta da o kadar çoğunlukta ki, aileden
ayrışmayı becerenleri bile zorlayacak cinsten…
Yurtdışında iş başvurusunu, eşinden gizli saklı yapmanın gerekçesi ne
olabilir? “Ya kabul edilmezsem, boş yere gündem oluşturmayayım” düşüncesi
de olabilir, eşinin bu başvuruya laf edip, engel olabileceğini düşünme kaygısı da
olabilir. Belki aklımıza gelmeyen başka geçerli gerekçeler de olabilir. Ya da
gerçekten Serin’in ağzından; “Gitme demesinden korktum, belki beni yine ikna
edebilirdi”…Demek ki ikna olmaya müsait bir kararsızlık içinde…Bu da ayrı bir
tartışma konusu olsun..
Gerekçe ne olursa olsun evlilik birliğinde eşlerden gizlenen bir girişim,
güven sarsıcı bir davranıştır. Kendisinden bilgi gizlenen eş, güveni sarsıldığı için,
ikna olmakta zorlanır. Aklına düşen şüphecilik kurtları, zihninde gürültülü
biçimde dans etmeye başlamıştır. Evlilikte dürüstlük kavramı bulanıklaşmış,
artık yerini rol yapmalar almıştır. Bilmiyormuş, haberi yokmuş gibi görünürken,
dedektiflik yapmaya, her bulguyu bir suç davranışı olarak algılamaya ve yerli
yersiz saldırı boyutuna geçilmiştir. İşine yoğunlaşmasına, geç saatlere kadar
çekimlerde olmasına, gitarının üstüne bir şey koymasına bu denli
öfkelenmesinin sebebi kandırılıyor olmanın sonucu değil mi? Eskiden de Serin
yoğun çalışıyordu ama, böyle kavga etmiyorlardı. Niye? Sevgi mi azaldı?
Hayır…Sevgi değil, güven azaldı, demek ki güvenin, sevgiden daha önemli bir
rolü varmış bu evlilikte…Bu sahneleri izlerken kendi ilişkinizdeki orantısız
öfkelenmeleri gözden geçirdiğiniz oldu mu?
Neden Mehmet, bu kadar dolaylı öfke çıkaracağına, oturup sormuyor
eşine “bu başvuruyu benden gizlemenin sebebi ne?” diye… En doğru, en yalın
cevabı sahibinden alacakken, neden düşünce okumaya çalışıyor? Söz ve
davranışlarından “adam yerine koyulmadığı”nı hissettiğini anlıyoruz…İşte
evlenme arifesinde kızın babasından duyduğu sözlerin yaşattığı travma, geliyor
ilişkinin tam orta yerine çörekleniyor…Yankılanıyor taaa derinlerde “Sen adam
değilsin!”
Mehmet cephesinde tüm bunlar yaşanırken, bir sabah alarm eşliğinde
telefona teker teker düşen mesajlar, adeta bir meteor etkisi yaratır. Mehmet’in
eskiden tanıdığı kızla ilişkisinin olduğunu düşünen Serin’in de artık Mehmet’e
olan güveni sarsılmıştır. Maç 1-1 beraberedir. Bir karşılaşmada üstünlük
sağlayan kazanır ama, evlilik ilişkisi, bir karşılaşma olmadığı gibi, bu alanda değil
üstünlük sağlayanın kazancı, berabere kalındığında bile kayıp söz konusu…
Güven artık yok, saygı etrafta gözükmüyor, sevgi de kaybolmak üzere…
Mehmet’in savunması “ilgisiz kaldığım için olabilir mi? Her insan bazen
ilgilenilmeyi hak eder ve bundan mutluluk duyar”
Mehmet’in serzenişi “Yüzük çıkarmak ne demek yaaa?”
Aman! Kırmızı çizgilere dikkat! Yüzük çıkarmak, takmak, taraflardan birinin
kırmızı çizgisi olabilir, öyle ya herkesin sadakat algısı farklı olunca, tepkiler de
beklenmedik bir biçimde ve orantısız olabilir.
Terapistin can alıcı soruları “eşiniz daha önce tanıdığı bir erkekle yazışsaydı ne
hissedersiniz?
“Mehmet bey sizden gizli başka bir ülkede iş başvurusunda bulunsaydı ne
hissederdiniz?”
Karşılıklı empatiye davet eden güzel ve anlamlı sorular. Bu sorular, genellikle
evlilik ve ilişki sürecinde, gürültülü tartışmalar sırasında, eşlerin birbirlerine
yüksek sesle sorduğu sorulardan bazılarıdır. Ancak bu sorular ne kadar yüksek
sesle sorulursa sorulsun, öfke ve kızgınlık halindeyken taraflar bunu duymaz ya
da haklılık şeması o kadar baskındır ki, soruya cevap bile verme gereksinimi
hissetmez, arada kaynar gider. Terapist sorduğunda ise, bu sorular/sorunlar
duyulur hale gelir, üzerinde düşünme boyutuna geçilir, işte çift terapisinin
önemi…
Serin’in boşanma isteğini mektupla yazmış olması, duygularını yazma
yoluyla ifade etmeye çalışması, kendisini iletişime kapatmış gibi gözükse de
duygularını bu yolla daha iyi ifade edebileceğini gösteriyor.. Anlaşılamadığınızı
hissetmek, sizi ya kabuğunuza çekecek ya da sesinizi yükseltecek. Her iki
durumda da vermek istediğiniz mesaj yerine ulaşmayacak. Sözel iletişimin
sağlıklı yapılamadığı durumlarda mektupla/yazarak iletişimin hala iyi bir
seçenek olduğu kanaatindeyim.
Gelelim terapisitin en can alıcı sorusuna;
“Birbirinizi bugün tanımış olsaydınız yine de birbirinize aşık olur muydunuz?”
Sorunun cevabı bu filmin üzerinden verilmeye çalışılsa da benim merak ettiğim ;
kendi ilişkilerimiz için bu soruya verdiğimiz cevaptır.
Bir ilişki sürecinde hiçbirimiz aynı kalamayız, değişiriz, dönüşürüz, büyürüz,
olgunlaşırız ya da yerimizde sayarız, değişime direniriz, iki ileri, bir geri gideriz,
ilişkimizi, aşkımızı, sevgimizi, yerimizi sorgularız, küseriz, barışırız, sevişiriz,
soğuruz, ısınırız, farklı zamanlarda, farklı ihtiyaçlar duyabiliriz. Tüm bunlar
olurken, birliktelik ve bireylik arasındaki o ince ve çok hassas sınırı koruyup,
karşılıklı uyumu yakalayabilirsek, aynı kalmasak bile bir ilişkide sevginin
anlaşılmaz gücünü sürdürmeye devam edebiliriz…
Psikiyatrist Z.Sacide ÜSTÜNSOY ÇOBANOĞLU
Mükemmel bir yazı. Kapılar açan.
Harika bir yorum, çok teşekkürler, bakış açımız genişledi…
Ne güzel yazmışsın eline sağlık. Oyunculukların beni tatmin etmemesi, diyalogların iç gıcıklayan tınıları, tuhaflıklar mantık hataları izleyicinin filmi biraz küçümsemesine, beğenmemesine neden oluyor bu da aslında filmin ilişkiler üstüne düşündürebilecek yanını bloke ediyor.. buna rağmen ortaya böyle bi yazı çıkarmışsın ve sayende ben de izlediklerimi bir daha gözden geçirme fırsatı buldum.. kadının gizlice başvurması, adam gitme derse ikna olmaktan korkması; hem kadının kararsızlığını, hem de kendi arzularından Öteki için vazgeçen diğerini memnun etmeye çalışan, yüzleşmekten kaçınan bir özne olduğunun göstergesi olabilir mi diye düşündüm. Ki sonunda kadın yine arzusundan vazgeçti. Aşkları alevlendi yine toz pembe mi oldu ortalık geçici süre için? Acaba nasıl devam edecekler diye merak ettim.. bu evlilik vazgeçişler üzerine kurulu ve yineleyen bu vazgeçiş sonrası durum nasıl devam edecek? Bir de terapistin çifte direkt böyle bir öneride (sen de onunla newyorka git, birbirinizi tanımıyor gibi yapın diye film senaryosu tadında bir öneri yanılmıyorsam terapistten geldi) bulunmasıyla ilgili düşünceni de merak ettim. sadece filmlerde olabilecek birşey midir yani? Tekrardan kalemine sağlık, sevgiler..