DAYANIKLI BİHTER, KIRILGAN BİHTER’E KARŞI
Halit Ziya Uşaklıgil’in yazdığı ve 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş
ve 1901 yılında kitap olarak yayınlanmış realist ve natüralist bir roman olan “Aşk-ı Memnu” , 1975
yılında TRT’de, 2008-2010 yıllarında ise Kanal D’de dizi olarak seyircinin karşısına çıktı.
Yıllardır tekrar tekrar yayınlanan ve ratinglerinden hiçbir şey kaybetmeyen ve hala aynı ilgiyle,
aynı sevgiyle izlenmeye devam eden “Aşk-ı Memnu” dizisinin üstüne “Bihter” filmini çekmek büyük
bir cesaret işiydi. Yönetmenliğini M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yaptığı, Farah Zeynep Abdullah,
Boran Kuzum, Osman Sonant , Hande Ataizi, Helin Kandemir, Ebru Özkan, Nezaket Erden Tilbe
Saran gibi sevilen oyuncuların rol aldığı “Bihter” filminden beklentiler büyüktü tabii, bu baskıyla bir
şeyleri değiştirmek, yeni bir şeyler katmak kaçınılmazdı…
Gördüğüm kadarıyla ilk yenilik “dördüncü duvarı yıkma “tekniğiydi (Dördüncü duvarı yıkma
tekniği; karakterlerin veya oyuncuların, izleyiciye doğrudan hitap ettiği veya izleyicinin sanatsal
dünyaya dahil edildiği anlamına gelir.) Bihter seyircisine yaptıklarını, yapacaklarını anlatıyor, kendini
ifade etmeye çalışıyor. Bu yola baş vurması ,yeterince anlaşılamamaktan korktuğu için midir?
anlamakta zorlandım.
Film, dördüncü duvarı yıkarak başladığı gibi, romanın yazıldığı yıllar olan, 1900’lerden
günümüze taşınan ön yargıları da yıkarak, ezberleri bozarak ilerliyor. “Ben bizi koruyacak vitrinin içine
saklanmak istemiyorum, o vitrinin camını çerçevesini indirmek istiyorum.” repliği de bu açıdan
bakıldığında oldukça manidar.
Bihter daha ilk dakikalarda seyircisiyle dertleşmeye, kendini anlatmaya, niyetini açık etmeye
meraklı. Biz seyircileri, üzerinde düşünme, duyguyu hissetme zahmetine sokmuyor. Tam da hızlı
tüketim çağımıza uygun bir davranış değil mi? Okumayalım, hissetmeyelim, üzerine düşünmeyelim,
hızlıca seyredelim… Bihter, psikanalistlerin üzerine yıllarca kafa yorduğu “Electra kompleksi”
üzerinden, anne-kız rekabeti, kız kardeş rekabetini hızlıca pas geçip, zengin kocaya gidiş biletini almış
da Ziyagil Yalısına yerleşmiş bile…Dekorlar, kıyafetler, her ne kadar zamanı 1900’ler gösterse de, genç
kızların zihinleri günümüzde de hala o zamanların izlerini taşımakta… Her genç kızın ortak rüyası
“zengin koca bulalım da hayatımız kurtulsun”. Filmdeki Bihter, dizideki Bihter’den daha iddialı, daha
mantıklı, ama daha az duygusal…
Bihter’in yalıya geldiği andan itibaren, başta Nihal’i, evdeki eşyaları ve çalışanların düzenini
değiştirmeye yeten gücü, acaba, hatalı yazıldığını düşündüğü kaderini de değiştirmeye yetecek mi?
Kendisinden beklenen roller başka, kendi beklentileri bam başka… Acaba bu çatışmanın içinden nasıl
çıkacak? Her gün ağlayıp, sızlayıp, içe kapanıp, hayata küsmek yerine, içinde bulunduğu düş
kırıklığından hızla sıyrılıp “ Bu hayatı biz de yaşayalım” moduna geçerek, soluğu Behlül’e çıkan
merdivenin basamaklarında alması, kendince bulduğu bir çözümdür. Gerdek gecesi giydiği jartiyerli
fantezi çamaşırı ile genç ve güzel Bihter’in zarif bedeninin keşfedilmeye, tatmin edilmeye olan ihtiyacı
Adnan Bey tarafından karşılanamayınca başka seçenek kalmış mıdır? Ne kadar zengin olursa olsun,
iktidarsız Adnan Bey’e, bir gece şaha kalkıp, Bihter’e Boğaz manzaralı odanın penceresinde tecavüz
etme hakkını verir mi? Bu aşağılık durum, zengin koca Adnan Bey’in karısı olmanın bir bedeli midir?
Bihter, Adnan Bey’den intikamını kendini Behlül’ün kollarında atarak mı almaktadır? Bihter,
annesinden intikamını da Adnan Beyin kollarına atılarak almaya kalkışmamış mıydı? Keşke filmdeki
Bihter, dizideki Bihter gibi erkekleri hep bir kurtarıcı olarak görmeseydi…
Gelelim Bihter’le Behlül’ün ilişkisine, Bihter ve Behlül birbirine aşık iki sevgili midir? Yoksa
tenleri birbirine acayip uyumlu iki “fuckboddy” midir? Bihter Behlül’ü mü seviyor yoksa, Behlül’le
sevişmeyi mi ? Aralarında bir aşk var mı? Varsa, bu filmde aşkın tarifi ne? Aşkın sadece cinsellikten
ibaret kabul edildiği günümüzde, bu film için, romanın 2023 uyarlaması diyebilir miyiz? Filmin adı da
doğal olarak “Aşk-ı Memnu” değil de “Bihter” olmuş. Çünkü ortada aşk yok… Buna itiraz edenler
olacak ama, aşkın emarelerini göremedim… Aşk bu filmin neresinde diye düşündüm. Tutkulu, fantezi
dolu sevişmelerin, erotik sahnelerin bolca sergilendiğini gördüm ama, sevgiyi ve ortak paylaşımı, onu
düşünürken geçen uykusuz geceleri, ona duyulan özlemi ,imkansıza dökülen masum gözyaşlarını,
aşkın gözlere yansıyan ışıltısını göremedim… Beyoğlu şekeri fantezili, romantik mumlar eşliğinde,
yalnızca sevişmek için dekore edilmiş, başköşesinde Fransız küveti olan, her bir köşesi buram buram
seks kokan, şık bir odada bedenlerin cömertçe teşhir edildiği, sevişmekten kendini kaybedercesine
değil de, seyircilere estetik görünmeyi hedeflercesine yapılan şovlar… Bihter Behlül’e Beyoğlu’ndan
sipariş verdiği şekeri sorduğunda, Behlül’ün ortaya çıkardığı buruşuk kese kağıdının dekorla uyumu
bozacak şekilde özensiz olması, bende açıkçası hayal kırıklığı yarattı. Filme aşkı yansıtmadan, bu kadar
erotizm yerleştirmek gişe kaygısından mı yoksa ”günümüz aşkları artık böyle yaşanıyor”u göstermek
için mi ayırdına net olarak varamadım…
Şimdi Bihter, bu filmde cinsel özgürlüğünü mü yaşamaktadır? Patriarkal düzene baş mı
kaldırmaktadır? Bir yandan Adnan’ın cinsel gereksinimlerini karşılarken, bir yandan da kendi
cinselliğini yaşamak için iki erkeğin arasında mekik dokuyarak düzene baş kaldırı ne şekilde ve nasıl
gerçekleşecektir? Behlül, Bihter’in “hep gitmesi gerektiğine” öfkelenirken, aslında “hiç gelmemesi
gerekirdi” diye söylenirken , bu ilişkinin sorumluluğunu yalnızca Bihter’e yüklenmesi, kadına yapılan
büyük bir haksızlık değil midir?
Bihter’in “Ben sadece Bihter’im, ne Firdevs Hanım’ın kızı, ne de Adnan Bey’in karısı” derken,
bireyselleşme ve özgürleşme çabasına tanıklık ediyoruz. Ancak bunun, sadece bedeni üzerinden
gerçekleştirmesi yeterli midir? Ekonomik olarak erkeğe bağımlı olması ve hiçbir şey üretmemesi ile
özgürlük ne kadar sürdürülebilir? Bihter, Behlül’ün tüm bulanıklığına karşın filmdeki en cesur
karakterdir. Yaptığının arkasındadır, itiraf etmeyi sürekli gündeme getirse de engellenir. Çıkarları için
durumu idare etmeyi değil de, verdiği radikal kararı uygulama taraftarıdır. Bu nedenle başı diktir.
Bu filmin tek ve en beğendiğim yeri tabii ki final sahnesi oldu. Filmdeki Bihter, dizidekinin
aksine intihar etmedi ve Hamletvari bir tarzla şunları söyledi “ Sevdiğim adam gidiyor kayıkla, bense
buradayım; kanımla, canımla, günahımla…Hiç bir yere gitmiyorum!”.
Bihter, “ El alem ne der?” kaygısı gütmeden, hata yapabilme hakkını kullanmış, özgürce
verdiği kararın sonuçlarını göze almış, yeniden doğmanın sancılarını çekmeye razı, hatasıyla
yüzleşmeye, linç edilmeye hazır. Taşıdığı kırmızı elbisenin tüm ihtişamıyla birlikte, ardına bakmadan
yürürken yeni deneyimlere yol alma cesareti gerçekten takdire şayan…Bu duruş; umarım sevdiği
tarafından aldatıldığı, terkedildiği için intihar etmeye kalkışanlara ilham kaynağı olur.
Bu film, Aşk-ı Memnu dizisinin fanatik seyircilerine pek hitap etmemiştir. Teknik olarak bir çok
sebep sıralansa da, en ön sırada yer alan, sosyolojik açıdan, seyircinin Bihter’i konumlandırdığı
durumdur. Bihter ile Behlül’ün yasak da olsa yaşadıkları imkansız aşkı iliğine, kemiğine kadar
hissetmesi, sonunda Bihter’in hem suçluluk, hem de kıskançlık duygularıyla baş edemeyip kendini
öldürmesi. Bihter, kendi cezasını kendi verdiği için, seyirci onu gözünde öylesine kutsallaştırdı ki,
seyircinin gerçeklik algısı bozuldu, öyle ki, her yıl 24 Haziran’da, Bihter’in ruhuna dualar okudu,
ardından gözyaşlarıyla birlikte lokmalar döktü ve aklından, şükürle şunları geçirdi;”İyi ki onlar kadar
zengin değilim, bak hiç huzurları olmadı”…
Son yıllarda davranış bilimlerinde oldukça popüler olan “kırılganlık” ve “dayanıklılık”
kavramlarını, iki Bihter üzerinden açıklayarak yorumumu bitireyim. Dizideki Bihter, “kırılgan”dı ve
kendini öldürerek oyunu bozma cesaretini göstermişti. Öyle ya geleneklerimizde kocasını aldatan
kadın yaşamayı hak etmiyordu, bu davranış seyirciye göre de doğru olandı. Gençti, güzeldi, Behlül’ün
yaptıklarını hak etmemişti, ama sonunda kendine yakışanı yapmıştı. Oysa ki filmdeki Bihter,
“dayanıklı”dır. Ölmeyi değil kalmayı, her şeye rağmen kalıp mücadele etmeyi seçmiştir, “el alem ne
der?” önemsemeden daha zor bir yola girmiştir. Bu çok takdir edilesi bir duruştur. Bakalım, Aşk-ı
Memnu seyircisi bunu nasıl karşılayacaktır?
Z.Sacide Üstünsoy Çobanoğlu
Akıcı anlatımınızla bir solukta merakla ve büyük bir zevkle okudum,sanırım bihterin duruşu günümüzde yaşanan aşlara uyarlanarak değişmış,onurunu korumak adına intihar tabi ki çoook geride kaldı.Emeğinize,kaleminize sağlık
Çok teşekkürler, siz de filmi çok güzel değerlendirmişsiniz.